Acaba filmde göstermek mi tesirlidir, göstermemek mi? Türkiye’de İslamcı sinemamızın baş meselelerinden biri bu. Bu tavır, Diriliş Ertuğrul (hatta Yunus Emre: Aşkın Yolculuğu gibi) sinemaları pathos’tan ethos’a, hissettirmekten göstermeye doğru bir yola götürüyor. Bir film İslamiliği göstermese de başarılı olabilir mi, sorusunu soruyorum. Cevap: olabilir. Herhalde kalabalık ne diyecek sorusunu sormadığı için başarılı olan filmlerden biri Bütün Saadetler Mümkündür.
Film göstermemeyi, hissettirmeyi bazı numune kabilinden sahnelerle başarıyor: Bir gencin yurtdışı merakını, yeni tanıştığı bir kıza aşkını, tasavvufi hikayesini az az göstererek hem senaryoyu kuruyor, hem de bazı hususları hissettiriyor. Karşılaştırmak namına, Hollywood bunu bazı kısa sekanslarla (halk dilinde sübliminal mesajlarla) yapıyor. Bu, sinema dili kurmak açısından elzem.
Filmin şuuraltına oynaması meselesini tartışalım. Evet, hem izleyiciyi uyaran filmler (sübliminal mesaj kullanıyor olabilir, pathos ağırlıklı ve ana akım sinemadır) hem izleyiciye bir şeyler hissettiren filmler insanın şuuraltına oynuyor. Burada sinemanın sadece sanat sineması olması gerektiğini, elbette, savunmuyorum. Ancak insanın geleceğini, tabiatını, psikolojisini, varoluşunu savunan film bulmak iyice zorlaştı.
Gerçi dili masa üstü müdahelelere uğrayan, sokak argosuyla hallühamur olan bir milletin sinema dili nasıl olacak? Muhtemelen yapay ve sokak odaklı olacak. Şimdilerde benim gördüğüm kadarıyla insanlar dili akıcı olan sinemayı iyi kabul ediyorlar. Filmin akıcılığı dışında, izleyiciyi aktif konuma taşıyan, kendisinde bazı fikirler bırakan (yani dünyasında olduğu gibi ahiretinde de işe yarayan) bir film izlemek kimsenin derdi değil. Zaten böyle filmleri de gündeme taşımayan bir medya oluşmuş (hem dışarıda hem bizde).
Şimdilerde dilde milliyetçilik meselesi unutulmaya başlandı. TDK bu konuda ters bir tavır takınıyor. Bununla dertlenen bazı dilciler mevcut. Peki sinema dilinde milliyetçilik? Bu hususta ben şahsen “Bütün Saadetler Mümkündür” ü başarılı buldum. Aşkın ve tasavvufun bir menakıp yaşantısından ziyade modern ferdin hayatında nasıl yer ettiğini anlatabiliyor.
Burada bir antitez paylaşayım: Her hususta milliyetçi olmamız şart değil. Tarihi olarak modernliği bizde başlatan İslamcılar, yani yerli düşüncemizin mensuplarıydı. Yani doğru adına, bazı doğrulardan vazgeçtik. Bunun sinemada da yapılması taraftarıyım: Milli sinemada yabancı bir tat, zevk bulunabilir. Bunu Bütün Saadetler Mümkündür’de hissediyorum.
Sinemamız dille güçlenecek. Yapımların her sene arttığı söyleniyor. Maalesef sinemamız dünyada konuşulacak seviyede mi diye sormaya başlamak gerekiyor. İnsanın aklı namına manevi yönü reddedildi. Aklı da kurtarılamadı, maneviyatı da. Peki duyguları? Şimdi mesela Duygular Sözlüğü gibi çalışmalar yapılıyor. Fakat aslında duygunun aslı olan maneviyat felsefede ancak bazı temsilcilerce konu ediliyor, psikolojide (ilm-i ruh/ilm-i nefs de denir) aklî şemalara irca ediliyor. Sinemanın konusu tam da buyken niçin maneviyatçı yapımlara bu kadar az rastlıyoruz?
Göstermek, her zaman bir filmi iyi film yapmaz. Bazen göstermemek de iyi filmlerin huyudur. Mutasavvıfların hissettirdiği bir dinî yaşantıdan bugün ne kadar uzağız. Bunu anlamak için bu film yeter.
Son olarak, bu filmde konu filmciliktir. Bir gencin nasıl film yapımcısı olmayı hedeflediği anlatılır. Yani bu filmde tabiri caizse film dilin göndergesel anlamı mevcut. Şimdilerde bu konu da az işleniyor. Belki bu konuda Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Neden Tarkovski Olamıyorum ve Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak zikredilebilir. Ne güzel bir tesadüf ki bu saydığım filmler sanat sinemamızın numuneleri. Şu da var ki film dili zayıf olan bir geleneğin sanat sineması da zayıf oluyor. Bunun da sebebi öncelikle memleketin dilinden kaynaklanıyor.