Yazan : endülüslü adil
Müslüman, İslam dininin en yüce ve geçerli din olduğunu kabul eder. Allah rızasına uygun yaşamak gibi bir davası vardır. Tebliğcinin derdi, bu yüce davayı, mahrum kalan diğer insanlara ulaştırmak, elindeki bu nimeti diğer insanlarla paylaşmaktır.
Tebliğci, davayı sahiplenmelidir elbette. Ancak bu sahiplenmenin şartlı olduğunu unutmamalıdır. Davanın mülkiyeti tebliğciye ait değildir. Bilakis tebliğci davanın neferidir. Tebliğci davayla şahsiyetini eşdeğer görme; davaya uyan insanları kesin cennete ya da kurtuluşa götürme; dünya ve ahiret için kesin mutluluk, başarı, zenginlik gibi vaatler verme hatasına düşmemelidir. İslam Allah rızasına uygun yaşayanlara ahrette cennet vaad eder. Ancak bunun peşinen dünyada verileceğinin garantisini kimse veremez. Hatta tam aksine Müslümanlığı benimseyenler, itibarlarını, ailelerini, dost çevrelerini hatta maddi varlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirler.
Tebliğci kendini, Allah Teala’nın dinini anlatmakla mükellef görür. Lakin Allah’ın dininin sahibi olmadığı gibi, kendiyle dava arasındaki farkı bilmeli; kendi kişisel hatalarını/görüşlerini ayırmalı; zaaflarının farkında olmalı, gerektiğinde bu eksikliklerini dile getirerek dava ile temsilci/tebliğci arasındaki nüansları belirtmelidir. Bu davanın doğru anlaşılmasına vesile olur. Aynı zamanda tebliğcinin kişisel kusurlarından dolayı, davaya getireceği muhtemel zararlardan dolayı vebal altına kalmasını engeller.