Gençlik Divanı

Önder kimdir?

Yazan: Mehmet Ali

Harb-i Umumi'nin sonlanmasıyla lağvedilmiş olan Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, yeni adı Türkiye Cumhuriyeti ile devam etmiştir. Fakat bu devam ediş çok büyük kayıplarla gerçekleşmiştir. Biz o savaşta sadece vatanımızın birçok parçasını değil, aynı zamanda kültürümüzü de toprağa gömdük. Harb-i Umumi'nin sonucuyla birlikte biz artık yüzyıllardır galip olan Devlet değil, son can damarı kesilmek üzereyken kurban masasından kalkmış yenik 3. dünya ülkesi olmuştuk.

Şimdi bunu niye anlattım? Yenikler kulübünün yeni üyesi olarak 1800'lerdeki arayış artık kendi içimizde çözümü bırakmış artık daha farklı çözümlere yönelmişti. Bir grup kendi benliğimizi öldürüp Batıyla bir olursak biz de savaşmadan galip devletlerin arasına girecektik. Bir grup da hâlâ daha çözümün içimizdeki problemi çözüp zor olanı kendi benliğini kazanıp diğer ülkelere diş geçirmeyi bekliyordu. Aslında böyle bir arayışın içinde olmamızın sebebi şanlı tarihimizdir. Sırbistan, Yunanistan hatta Arnavutluk dahi kendilerine sahip bulmuşlardı. Ki zaten bunun en büyük sebebi Batının güçlü benliğine karşı güçlü bir kültüre sahip olmayışlarındandı.

Kolay yolu seçip Batının muzafferliğini üstümüzde kabul edip onlar gibileşmek benliğimizi yok etse de bir nevi çözümdür ama burada bu çözümü reddedenler için "önder" kimliğinin altını doldurmak ve nasıl bir talepte bulunduğumuzu hatırlatmak istedim.

Önder kimliği batıda farklı şekillerde teveccüh etmiştir. Siyasi, ekonomik, ideolojik ve felsefi şekillerle karşımıza çıkar. Osmanlı'nın bu konuda yaşadığı problemin ana sebebi önder kimliğinin belirsizliğidir. Farklı sosyal yapıdaki devletlerin 2. Dünya Savaşı öncesi Japonya gibi kültür yerine teknoloji ithalatıyla diğer rakip ülkeleri yakalamak yerine biz kültür ithalatıyla kendi benliğimizi zaman içinde "Batılılaşma" adının altında erittik. Cumhuriyet Döneminde daha sert esecek olan bu rüzgâr; müzik, moda, mimari ve daha bir sürü hususla birlikte kültürümüze girmişti. Cumhuriyet Döneminde Osmanlı kimliğinin parçası olan ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda dahi Boşnak kardeşlerimizin bırakmadığı fes; Urduca, Farsça ve Osmanlıcada yer edinmiş Arap alfabesi, din baskısıyla birlikte teknoloji yerine kültür batılılaşmasında büyük adım attırmıştır.

Bu anlattıklarımın önderliğinde olan komünist ideolojiler, din karşıtı aydınlar çağı furyası, Napolyon Döneminden kalma milliyetçilik fikirleri, Batıyla entegre İslam karşıtı ekonomi temelleri ve bunları tabanında toplayan farklı yerel ideolojilerle birlikte 1800'lerden 1990'lara gelinmiştir. 2. Mahmud ile başlayan Avrupa'ya öğrenci gönderimi faaliyetleri oradaki teknolojiyi almak yerine oranın kültürünü alıp geldikleri için böyle bir problem doğmuştur.

O zaman için de bugün için de çözüm aslında fikri değil icraati almaktır. Fabrikalarda yapılan işlemleri öğrenmek, madencilik faaliyetlerini araştırmak ve diğer teknolojileri taşımaktır. Bu durum sadece teknolojiyle sınırlı değildir. Bu hususta her şeyde Avrupalılara atıfta bulunurken Beytü'l Hikme'yi unutuyoruz. Teorik altyapıyı geliştirmek için dışarısından önce kendimizi öğrenmemiz gerek. Pratikte ise Batı yerine şanlı tarihimize bakmak gerek. Bir hukukçu Ahmed Cevdet Paşa gibi birisini, bir ekonomist aslında Pan-İslamizmin çok büyük bir yapısını oluşturmasıyla bilinen ama iflas etmiş, ekonomik atılımın neredeyse hiç olmadığı, kendisini parçalamayı düşünen süper güçler arasında kalmış Osmanlı Devleti'ni yöneten 2. Abdülhamid'i, bir mühendis Konstantinopol'ü fethetmek için 20 yaşında Şahi topu gibi bir mühendislik harikasının genç tasarımcısı Fatih'i, bir asker Bağdat fatihi 4. Murad gibi bir mareşali ve hem dinimizin hem Medine Şehir Devletinin lideri olan peygamberimiz Hz. Muhammed'i (s.a.v) örnek almalıyız. Kendi tarihimiz haricinde Henry Bessemer gibi bir üretim teknolojisi araştırmacısını, Kant gibi bir filozofu ya da Avrupa'nın Büyükannesi Kraliçe Viktorya gibi siyasi dehayı okumak öğrenmek lazım. Öğrendiklerimizi teoride oturttuğumuz kendi benliğimizin süzgecinden geçirmemiz lazım ki kültür asimilasyonu değil kültürel gelişim yaşayalım.

Bu saydığımız kişiliklerin çoğunun bir sürü hatası vardır ama tarih ders çıkarmak içindir. O kişilerin neleri iyi neleri kötü yaptığını kendi benlik süzgecimizden geçirip bunları geliştirmeliyiz. Kişilerin başarılı yönlerini bulup kendimizde birleştirmeliyiz. 2. Abdülhamid'in marangoz ve ekonomist kimliğiyle Fatih'in mühendis kimliğini birleştirip günümüzün Henry Bessemer'i, Karl Benz'i olabiliriz. Önemli olan uzak ve yakın tarih okumasında nelerin günümüze uygun olduğunu nelerin nasıl uygulanabildiğini akıl deneyinden geçirip bunu denemektir.

Özetlemek gerekirse, birisini nasıl ve ne için önder aldığımızı bilmeliyiz. Bilinçsiz dahi olsa sosyal medya en büyük görünmez önderlerdendir. Kendi teorik temelimizi oluşturmalıyız, çünkü kendi benliğimizi güçlendirmeden Batı gibi neredeyse her güce sahip bir kültürle savaşamayız. Neye inandığımızı hangi değerler uğruna bulunduğumuzu hatırlamalıyız, vatanperverlik, milletçilik ve İslamcılık (İsmet Özel gibi eski solcu olanlarla gelişen sola yatkın İslamcılığı kast etmiyorum burada) nedir sorularına sağlam cevaplar bulmalıyız. Öğrendiklerimizi paylaşmalıyız çünkü bilgi değerlidir ve daha değerli bilgiler daha derinlerde yatar, okuduğumuz kitapları biz okusak da toplumsal değişim sürecinde bunun doğru kişilerle aktarımı yapılmadığı süreçte bu bilgi ölmeye mahkûmdur, ve değerli bilgileri hak eden insanlarla paylaşmak kaliteli bir bilgin zümre oluşumunda etkili bir yöntemdir. Her türlü insanı tanımalı ve yorumlamalıyız, çünkü Karl Marx'ı tanımadan komünizm çökmez, ekonomiyi bilmeden sanayi büyümez. Son olarak, sorumluluğumuzu unutmamalıyız, para gibi ilmin de zekâtı vardır, Allah'ın verdiği zekâ yanında bir sorumluluk getirir, bu zekâyı sadece kendi çıkarlarımız için kullanmamalı, aynı zamanda Allah yolunda da kullanmalıyız.

Allah doğru yoldan ayırmasın.

Ve'l Hamdü Lillahi Rabbi'l Âlemin

8/31/2024
© Kaahn 2024