Sizce, doğuşundan günümüze yaklaşık 200 yıl geçmesine rağmen, İslamcılık neden hala tartışılıyor? Komünizm, liberalizm, emperyalizm gibi, tarihsel akranlarına kıyasla, Hala gündemde olması, İslamcılığın canlı bir alternatif sunması olabilir mi?
İslamcılığa eleştiri yöneltenler, İslamcılığın uygulamalarının görüldüğünü, İslamcıların pratiklerinin kötü örnekler verdiğini söylerler. Bu tenkit; İslamcı aktörlerin görev başına geldiklerinde yeterince iyi teorilere sahip olmamaları ve kişisel karakterleri ile ilgili olarak iki yönlü değerlendirilmelidir. Biz burada teorik temelleri konu edineceğiz.
En yalın haliyle İslamcılık, İslam dinini toplumsal hayatın her alanına hâkim kılma davasıdır. İslamcılık, batının amansız sömürgeciliği karşısında müslüman aydınlar arasında bir tepki olarak gelişmiştir. Müslümanların edilgen, gayesiz, dağınık duruşlarını dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Modern dönemde gelişen çağdaş bir söylem olarak İslamcılık, bilim-teknoloji, finans, eğitim, hukuk ve siyaset gibi alanlarda müslümanların karşılaştığı problemler için İslami çözüm önerileri sunmaktadır.
Günümüzde müslümanlar, önceki asırlara göre ekonomik, askeri, siyasi açıdan çok iyi durumdalar. Artık müslümanlar enerji ve insan kaynakları bakımından da güç sahibidir. Bu potansiyelleri açısından, müslümanların aciz oldukları söylenemez. Ancak amaçsız olmaları dağınık olmalarına yol açıyor. Müslüman kitleler, İslam’ı bir inanç ve ibadet dini olarak kabul ediyor. Müslüman kitlelerin, İslam’ın adaletini, İslam ekonomisini, İslam ahlakını, İslam sanatını ve İslam’ın bilim anlayışını yaşadıkları toplumlarda hâkim kılmak gibi bir fikirleri yok. Müslüman kitlelerin bu yönde bir fikirleri, hedefleri, söylemleri olmadığı için, doğal olarak bir eylemleri de olmuyor. İşte bu noktada İslamcılığın ilk çıktısı: İslam dinini modern çağda yaşanabilir bir toplum modeli, bir anlamlı bir İslam toplumu hedefi ve bu hedef yolunda fikri bir söylem sunmasıdır.
İslamcılığın ikinci çıktısı; İslam’ı hâkim kılma hedefi doğrultusunda çeşitli eylem planları sunmasıdır. Tarihsel bağlamda 1850’li yıllardan itibaren düşünüldüğünde; sömürgecilik karşısında direnen coğrafyalarda İslamcılığın “İslam Birliği” ve “Hilafet” gibi siyasi ve uluslararası tonu öne çıkan söylemlerle birlikte anıldığı doğrudur. Ancak İslamcılığın sadece siyasi bir söyleme indirgenmesi, İslam’ı hâkim kılma davasını sığlaştırma tehlikesini barındırmaktadır. Nitekim ilk İslamcılar denebilecek II. Abdülhamid, İslam birliği siyasetini gütmüş; devlet ve hilafet kurumunu temsilinin yanında eğitim ve ekonomi alanında da ıslahatlar yapmıştır. İslamcı görüşün temsilcileri olarak sayılabilecek; Namık Kemal, Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Ahmet Cevdet Paşa gibi kişiler, İslam’ı sadece din olarak görmedikleri, toplumsal-siyasi bir sistem olarak değerlendirdikleri görülür. Zira onlara göre müslümanların geri kalmışlığının sebebi, İslam’dan uzaklaşmaktır. Onlara göre sömürgeci Batıya karşı direniş gereklidir. Bu direniş için hilafet merkezli bir İslam birliği şarttır. Müslümanlar Batının geliştirdiği teknolojiyi alırken ahlaki değerlerinden taviz vermemelidir.
Tarihsel süreçte, İslam dünyasının tamamen işgal altına alınması, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesi ve Hilafetin ilgası ile birlikte İslamcılığın siyasi plandaki fikri ve pratik durumu dönüşüm geçirmiştir. İslamcılık, kapitalizm, komünizm, liberalizm gibi ideolojilere sistematik eleştiriler getirerek, kendini alternatif bir ideoloji olarak konumlandırdı. Bu dönemde İslamcılık düşüncesinde; demokrasi ve ekonomi temelli bazı söylemlerin yükseldiği söylenebilir. Reel politik saiklere paralel olarak siyasi birlik söylemi zayıflarken, ümmet birliği ve kültürel özlemin de güçlendiği söylenebilir.
Günümüzde de İslamcılık, İslam’ın toplumsal hayatın her boyutuna hâkim kılınmasını dava edinmelidir. İslam devlet düzeni, hilafet kurumu teorisi ve siyaseti söylemi güncellenmelidir. İslam ekonomisi bir devlet modelinden alt kurumsal yapılara doğru detaylandırılmalıdır. Son 50 yılda geliştirilen katılım bankaları, tasarruf sandıkları ve faizsiz ticaret modelleri, borsadaki katılım endeksleri, ekonomik alanda İslam’a dayalı kısmi çözüm modelleri hakkında ümit ve fikir vermektedir. Bu kurumların yanında vakıf kurumları, zekât ve infak kurumu; İslam dininin israf konusundaki sınırları ve kanaat ahlakı bağlamında üretim-tüketim süreçleri İslam ekonomi teorisi bağlamında yeniden yorumlanmalı ve bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.
İslamcılık, benzer şekilde tarihsel sürekliliğin devamı olarak, İslam bilimi, İslami eğitim ve kültür-medeniyet görüşlerini güncel gerçeklikle bütünleştirerek zenginleştirmelidir. Aynı zamanda İslamcılık, İslam ilkelerini esas alarak; helal gıda, milli güvenlik, sağlık, teknoloji, sosyal güvenlik, turizm, aile, çevre, şehircilik, ulaşım, bilişim ve iletişim gibi alanlarda da bireyden, kurumlara; kurumlardan uluslararası ölçeklere kadar alternatif modeller sunmalıdır. İslam dininin bu sahalardaki zengin hükümleri ve sunduğu perspektif, modern toplumların ihtiyaç duyduğu çözüm tekliflerini barındırmaktadır.
Sonuç olarak İslamcılık, müslüman bireyler için, İslam’ı hâkim kılma hedefi doğrultusunda, modern toplumların ihtiyaç duyduğu her alanda bir aksiyon çağrısı içerdiği için gereklidir. İslamcılığın aradan geçen 200 yıla rağmen hala tartışılıyor olmasının sebeplerinden biri, hala aktif bir çözüm önerisi üretiyor olmasıdır. Ancak bu çözüm önerilerinin genişletilmesi, güncellenmesi için fikir ve uygulama alanında daha çok çaba gösterilmesi gerekiyor.
Peki siz, İslam’ın yeniden toplum hayatına hâkim olması için, şimdi hangi alanda ne yapacaksınız?