Hz. Peygamber’in Mekke dönemindeki İslam’ı tebliğ çalışmalarına yakından bakarsak; şunu görürüz. Mekke dönemi; dava sahibi, iyi niyetli, ahlaklı bir insanın; kendi imkanlarıyla, yüz yüze görüştüğü yakın dost çevresiyle başlayan, halka halka genişleyen bir süreçtir.
Kurulu Mekke site/şehir devleti düzenine karşı, yalın bir mesaj verilmektedir: “Allah birdir ve sizin düzeniniz -neredeyse tamamen- bozuktur.”
Mekke ulularından, bu inanmış kişiye ve dolaylı olarak yakın çevresine teklifler gelir: “ne istersen verelim, yeter ki sus” yani “sisteme entegre ol.”
Lakin Nebi -sav-, kararlıdır ve emir büyük yerdendir. Ölümcül boyutlara varan sıkıntılar göğüslenmeye devam edilir.
Sivil kalınır.
Şehitler vermek pahasına davanın ilkelerinden taviz verilmez.
Kesinlikle ve kesinlikle şiddete bulaşılmaz.
Neticede hicret opsiyonu açılır. Önce Habeşistan’a gider Müslümanlar, sonra Medine’ye. İlk aşama olan Mekke süreci, Allah’ın yönlendirmesiyle, sivil kalınarak, sistemin hakkaniyete uygun imkanları kullanılarak ve sistemin çarpık kurallarına ısrarlı bir itaatsizlik gösterilerek, emin bir şekilde atlatılmıştır.
Hicret sonrası da problemler son bulmaz tabi. Kavgalar, kan davaları, anlaşmazlıklar, münafıklar ve Yahudilerin entrikaları. Tabi bir de harici düşmanlar. Hz. Peygamberin stratejisi ise çok sade, anlaşılabilir ve uygulanabilirdir: “ilkeli, şeffaf ve sabırlı bir strateji”.
İlkelidir, muhatabına göre değişmez. Hedef Allah rızası, ölçü Allah’ın koyduğu ölçüdür.
Şeffaftır, ölçüler ve kurallar önünde kimseyi kayırmaz.
Sabırlıdır, ilkeler istikametinde, gerekenleri aşama aşama gerçekleştirerek toplumsal barış ve huzur ortamı hedeflenir.
Stratejiktir; büyük resmi görür, ufak başarı ve kayıplarla sönümlenmez. Uzun solukludur, ucuz gel-geç zaferlerle yetinmez.
Müslümanlar, son iki yüzyıldır baskı altındalar. Sömürgeciliğin vahşi şekilleri, daha farklı ve sinsi yöntemlerle devam ediyor. Batılıların kurduğu sömürgeleştirici eğitim sistemi, medya sektörleri ve internet teknolojisi ile, müthiş bir kültür emperyalizmi toplumları uyuşturmuş vaziyette. Dünyevileşme ve artan zenginlik, çalışmadan bir hayat sürebileceğine inandırmış durumda tüm dünya toplumlarını. Müslüman toplumların pek farkı yok batılı toplumlardan.
Sömürgeciliğin suçu belki kötü emelleri için fikri temeller atmaktı müslüman dimağlara. Evet bu bir suçtur.
Ancak müslümanların suçu, bu atılan uyuşturucu fikirleri ve konforu içselleştirmektir, benimsemektir.
Çile çekmeden, konfordan taviz vermeden ucuz zaferler peşinde koşuyor artık insanlar. İnanmış, inancı için, davası için çile çekmeyi göze alan kimseler pek kalmadı bu devirde.
Gazze bir istisna.
Doğu Türkistan ikinci bir istisna.
Diğer özgür ülkelerde yaşayan müslüman toplumlar, İslam için “tatlı sularda” yaşamayı tercih ediyorlar.
Sessiz ve ıssız bir bekleyiştir inşallah bu.
İnşallah fırtına öncesi sessizliktir…
Kalk ey müslüman… Kır şu konforunun zincirlerini…
Ses ver artık…