BAŞLANGIÇ
Selamün aleyküm. Bugünkü yazımda inşallah Pakistan’ın şeriatını, şeriat rejimine geçiş sürecini, Pakistan’ın kuruluş dönemini, Pakistan’da önemli bir isim olan Muhammed Münir’in şeriat hakkındaki düşüncelerini ve yorumlarını, Pakistan’ın genel itikadi ve mezhepsel yapısını ve aynı zamanda diğer birçok konuyu Türkiye ile karşılaştırmalı olarak ele alacağım. Yazıda birçok konuya değinildiği için okuyucularımıza konudan konuya atlanıldığı hissini verebilir; bu gayet normaldir. Sizlerden sabırla okumanızı ve yazının sonunda okuduklarınızla alakalı düşünerek kendi bakış açınızdan yorumlamanızı rica edeceğim. Şimdiden iyi okumalar.
PAKİSTAN’IN KISA TARİHİ
Bu konuyu ele alırken Hindistan’a da kısaca değinmeden geçemeyiz. Malumunuz, Pakistan ve Hindistan günümüze çok yakın tarihlerde bağımsızlıklarını kazanmışlardır. İngilizlerin Hint Yarımadası’ndan çekilme süreçleri 1942’den itibaren başlamış, 1947’de ise tam olarak çekilmişlerdir. 14 Ağustos 1947’de Pakistan Dominyonu (Pakistan), 15 Ağustos 1947’de ise Hindistan Birliği (Hindistan) kurulmuştur.
1940’ta, Muhammed Ali Cinnah’ın başkanı olduğu Tüm Hindistan Müslüman Birliği’nin yıllık kongresinde “Lahor Kararları” alınmıştır. Bu kararlar, Hindistan’da bağımsız bir Müslüman devleti kurulmasında dönüm noktası olmuştur. Karar, “İki Ayrı Ulus Teorisi”ni içerisinde barındırmıştır. Bu teoriye göre Hindularla Müslümanlar aynı coğrafyayı paylaşıyor olsalar bile bu durum, birlikte yaşamaları için yeterli bir sebep değildir ve bu iki ulus ancak ayrı devletlerde bir arada yaşayabilir. Bu tarihten sonra artık ilgili coğrafyada iki devletin kurulacağı neredeyse kesinleşmiştir.
Başlangıçta kendi anayasası olmayan bu devletlerden bizim asıl ilgileneceğimiz Pakistan, ilk başta “Government of India Act” (1935 Hindistan Hükümeti Yasası) belgesini kullanmıştır. Daha sonra, 1956’da dönemin Başbakanı Liaquat Ali Khan tarafından “Objectives Resolution” (Amaçlar Kararnamesi) sunulmuştur. Bu kararname, Pakistan’da 1956, 1962 ve 1973 yıllarında değişecek üç önemli anayasanın da önsözü olarak kabul edilmiştir. Kararnamenin özeti şu şekildedir: “Tüm evrenin egemenliği Allah’a aittir. Devlet, Allah’ın belirlediği sınırlar çerçevesinde Pakistan halkı aracılığıyla yönetilmelidir. Verilecek kararlar ve yasalarda Allah’ın egemenliği ve koyduğu yasalar göz önüne alınarak hareket edilecektir.”
PAKİSTAN’IN OTORİTESİ ŞU AN NE HALDEDİR?
Bu bölümde Pakistan’ın hangi ideolojiye sahip olduğu veya kimin elinde bulunduğunu tartışırken sunulan bilgiler biraz yoğun ve birbirinden bağımsız olabilir. Herkesin kendi yorumunu getirebilmesi adına bunların bazılarını ucu açık bıraktım ki düşüncelerimiz kalıcı olsun ve herkes kendi düşünce dünyasında bir yorum yapabilsin.
Şeriat uygulaması yapılırken farklı düşünce okulları takip edilmiştir. Bunun nedeni tamamen objektif bir şeriat sistemi getirme amacı olabileceği gibi, bu maddede boşluk bırakarak yönetimdekilerin isteğine göre bir kanunu kolayca çıkarma amacı da olabilir. Şeriat Yasası’nın 12. bölümünde şöyle denilmektedir: “Şeriatı yorumlarken ve açıklarken, Kutsal Kitap Kur’an ve Sünnet’in yorumlanmasında ve açıklanmasında kabul görmüş ilkeler izlenmeli ve İslam okullarından çıkmış İslam hukukçularının görüşleri dikkate alınmalıdır.” Ancak bu metin kaleme alınırken hangi fıkıh mezheplerinin izleneceği belirtilmemiştir; sadece Pakistan’dakilerin mi yoksa diğer mezheplerin de mi dahil olduğu belli değildir. Yani bir manada bu maddede bir boşluk bırakılmıştır.
Bu konudan bahsederken Pakistan anayasa ideolojisinin temeli ve önsözü diyebileceğimiz “Objectives Resolution”dan bahsetmeden geçmek olmaz. Bu kararname, dönemin Başbakanı (aynı zamanda Pakistan devletinin kurucusu) Liaquat Ali Khan tarafından 1948’de sunulmuştur. “Objectives Resolution”, Pakistan’da 1956, 1962 ve 1973 tarihli üç önemli anayasanın önsözü olarak kabul edilmiştir. Kararnamenin özeti şöyledir: “Tüm evrenin egemenliği Allah’ındır. Devlet, onun belirlediği sınırlar çerçevesinde Pakistan halkı aracılığıyla yönetilmelidir. Verilecek kararlar ve yasalarda Allah’ın egemenliği ve koyduğu yasalar göz önüne alınarak hareket edilecektir.” Kararnamenin 4. paragrafında da şu şekilde bahsedilmektedir: “İslam’ın ortaya koyduğu eşitlik, özgürlük, adalet, hoşgörü gibi kavramlar tam olarak uygulanacaktır.”
Muhammed Münir, “Objectives Resolution”ın sadece diğer yasalar için bir önsöz olduğunu, 1985’teki anayasaya kadar hiçbir anayasada geçerli bir metin olarak kullanılmadığını ve kurucuların yasaları düzenlerken bunu dikkate almadığını belirtir. Ayrıca bu üç yasanın da tamamen İslami olmadığını ifade eder.
1951 senesinde, her mezhepten (Şii ve Sünni) 31 ulema bir araya gelmiş ve 21-24 Ocak tarihlerinde üç gün boyunca Pakistan’daki İslam ideolojisinin anayasadaki durumunu tartışmışlardır. 22 maddelik bir bildirge üzerinde anlaşmışlardır. Bu bildirgeye göre: “Gerçek yasa koyucu Allah’tır ve Kur’an ile Sünnet’e aykırı hiçbir yasa çıkarılamayacaktır. Kişisel statü konularıyla ilgili sorunlar, o kişilerin kendi mezhebine göre yorumlanıp çözülecektir.”
Anayasanın sık alıntılanan 227. maddesine göre, mevcut tüm yasalar Kur’an ve Sünnet’te bulunan emirlere uygun hâle getirilecek, anayasanın 9. bölümü “İslam’ın Emirleri” olarak anılacak ve bu emirlere aykırı hiçbir yasa çıkarılmayacaktır.
“Council of Islamic Ideology” (İslam İdeolojisi Konseyi), 1962 yılında kurulmuş anayasal bir organdır. Ana işlevi, yasaların İslamileştirilmesi konusunda Cumhurbaşkanı veya Başbakan’a tavsiyeler vermektir. Bu organın kısas ve diyetle alakalı tavsiyeleri yasalaşmış olmasına rağmen, 1962’den beri verdiği diğer birçok önerinin çoğu yayınlanmamıştır. Bu kabul edilmeyen tavsiyelerinden birini örnek verelim: Konsey, nikâhın bozulmasıyla ilgili olarak, kadının talebinden sonra 90 günlük bir mühlet tanınmasını ve bu sürenin sonunda erkek istese de istemese de nikâhın bozulacağını belirtmiştir. Ancak dönemin devlet başkanı, Hanefi fıkhının düşünce sistemine dayanarak erkek istemedikçe nikâhın bozulmayacağı şeklinde bir karara varmıştır. Yani Konsey’in önerilerine rağmen nikâhın bozulmasıyla alakalı husus, devlet başkanının farklı bir mezhep yorumuna dayanan çözümüyle sonuçlanmıştır. Ancak burada şuna da dikkat etmek gerekir: Verilen öneri, İslam’la alakası olmayan bir şekilde değil, sadece farklı bir mezhep yorumuyla çözüme kavuşturulmuştur. Bazı konularda Hanbeli fıkhının görüşlerinin de dikkate alındığını göz önüne alırsak, Pakistan’ın özellikle sabit bir mezhep okulunun görüşlerini dikkate almadığını söyleyebiliriz. Pakistan’daki şeriatın gerçek şeriat olmadığını savunan Muhammed Münir ise bu organın hiçbir bağımsız gücü olmadığını ve yürütmeye hiçbir etkisi olmadığını söyler.
Alt mahkemelerin kararları üst mahkemelerin kararlarına, üst mahkemelerin küçük heyetleri de aynı mahkemenin büyük heyetlerine bağlıdır. Muhammed Münir, bunun gerçekten işleyen bir yargı sistemi değil, bir taklit olduğunu belirtmektedir.