Ziya’ul Hak dönemi, insanlar tarafından birçok İslami reformla hatırlanır. Kadınların makyajlı ve başörtüsüz şekilde spikerliğe çıkmalarını yasaklamıştır. 1979’da Hudud kanunlarında düzenlemelere giderek bunları İslam hukukuna göre düzenlemiştir. İran-Irak savaşını durdurmaya çalışmış ve İslam ülkeleriyle işbirliği geliştirmeye çalışmıştır. Aynı zamanda SSCB’nin Afganistan’ı işgali üzerine Afganistan’a yardım etmiş ve Afganistan’ın İslam ideolojisini benimsemesine katkı sağlamıştır. Ünlü sözü şu şekildedir: “Pakistan İsrail gibi ideolojik bir devlettir. İsrail’den Yahudiliği çıkarırsanız karttan bir ev gibi çöker. Aynı şekilde Pakistan’dan da İslam’ı çıkarın, aynı şekilde çökecektir.”
Ziya’ul Hak’ın bu yaptıklarını takdir ediyoruz; ancak bunları yaparken bu ideolojilere ters bazı şeyler de yapmış ve aynı zamanda diktatör diye nitelendirebileceğimiz bazı hareketlerde de bulunmuştur. Mesela medya hem siyasi hem de dini mesajı yaymak için kullanılmış, büyük oranda devletin eline geçmiştir. Ziya’ul Hak 1977’de darbeyle gelip indirdiği başbakanı 1979’da idam ettirmiş ve darbeden sonra ülkede sıkıyönetim ilan etmiştir. Ziya’ul Hak’ın yaptığı başka bir sorun da İslami olan bir anayasayı ideolojisine tamamen aykırı bir şekilde kaldırmasıydı. Bunu anlamak için iki tane kanıt yasasını anlamak gerekiyor: 1872 ve 1938 kanıt yasaları. 1872 anayasası Britanya Hindistan’ında getirilen, farklı dinlerin etkisini anayasadan kaldıran bir anayasa diye özetleyebiliriz. 1872 anayasası daha önceden var olan kodifiye edilmemiş İslam hukuk ve kanıt kurallarını kaldırmıştır; yani Müslüman fıkıh kuralları bu saatten sonra resmi bir şekilde Britanya Hindistan’ında uygulanamaz hale gelmiştir. 1938 anayasasında ise 1872’de bahsedilen bu yasa ortadan kaldırılmış, Müslümanca yaşamaya olanak sağlayan bir ortam sunmuştur; yani 1938 anayasası İslami yaşamın önündeki büyük engeli ortadan kaldırmıştır. Ancak Ziya’ul Hak ise bu kanıt yasasını, yani 1872’deki kararları kaldıran 1938 yasasını kaldırmıştır. Sonuç olarak Ziya’ul Hak İslam’ın hukuk üzerindeki engelini tekrar yerine koydu diyebiliriz. Aslında anayasayı ve hukuku İslamileştirmede bu kadar yenilik ve radikal değişiklikler yapmış bir devlet adamının bu tarz bir girişimde bulunması bizlere bu işte bir terslik olduğunu hissettiriyor. Tabii bunun birçok sebebi olabilir. Mesela o zamanlarda 1938 düzenlemesi ulemaların elindeydi ve Ziya’ul Hak bunu kaldırarak çoğu şeyi devlet eli altında toplamak istemiş olabilir veya Batı ile ilişkilerini korumak adına daha önceden onların koymuş olduğu yasayı tekrar gün yüzüne çıkartmak istemiş de olabilir. Her ne şekilde olursa olsun buradaki yorumu okuyucuya bırakmak istiyorum.
MUHAMMED MÜNİR’İN SONUCU
“The Role of Shari’a in the Legal System of Pakistan” makalesinin yazarı olarak Muhammed Münir, genel olarak Pakistan şeriatının İslam’a sandığımız kadar dayalı olmadığını anlatmaya ve kanıtlamaya çalışmıştır; ancak bunu yaparken aslında makalesindeki birçok kanıtla Pakistan’daki şeriatın ne kadar Pakistan hukuk sisteminin içine entegre edildiğini bize göstermektedir. Biz yine de Muhammed Münir’in makalesinde söylediği en güçlü olan dört kanıtı sunalım:
- “Objectives Resolution” sadece yasanın bir parçasıdır. Ne onu tam kontrol eder ne de tam bir kontrolü vardır.
- “The Council of Islamic Ideology” sadece bir tavsiye veren konumundadır ve anayasa üzerinde tam bir etkisi yoktur.
- Pakistan anayasasının belli bir takip ettiği İslami düşünce okulu veya bir mezhep yoktur.
- En baştan “Objectives Resolution” bir temel norm olarak kabul edilmişti, şu an ise bir etkisi pek yoktur.
Öncelikle “Objectives Resolution” Pakistan’ın hukukunda yıllarca önsöz olarak ve en saygı duyulan metinlerden bir tanesi olarak kabul edildi; daha sonra bu yetmeyerek bunu anayasaya dahil edip tam hukuk sistemi içerisine girdirildi. Pakistan hukukundaki bazı maddeler bu maddeye göre değiştirildiği de olmuştur; hatta bazı mahkemelerde bu madde referans bile alınmıştır.
Normal anayasalarda “dışarıdan tavsiye/öneri” mekanizması hukuki bir zorunluluk olmaz. Yani modern anayasa teorisinde yasama organı kendi içinde bağımsızdır, dışarıdan sadece danışma veya lobi düzeyinde görüş alır. Ancak böyle bir zorunluluk olmamasına rağmen Pakistan’da nihai hedefi yasaların İslamileştirilmesini incelemek ve anayasaya bu konular hakkında öneriler bulunmak olan bir konseyün kurulması Pakistan’ın yasaların İslamileştirilmesi konusuna verdiği değeri bize anlatır konumda oluyor. Yani normalde yasama organı sadece kendi komisyonlarından öneri alırken, Pakistan’da İslami İdeoloji Konseyi anayasal bir organ olarak sürekli “dini filtre” görevi görüyor.
Pakistan anayasası sadece belirli bir İslami düşünce okulunu yani mezhebi takip ederse zaten halkın büyük çoğunluğuna hitap etmiş olamaz. Aynı zamanda hak mezheplerden veya alınan kararlar Ehl-i Sünnet’i bağlayıcı olduğu sürece başka mezheplerden almasının bir sakıncasının olmadığı kanaatindeyim.
Dördüncü madde zaten birinci maddenin farklı bir bakış açısından bakıldığı versiyonu bize aktarıyor; bundan zaten bahsetmiştik.
Sonuç olarak baktığımızda, bu başlığın hemen altındaki paragrafta bahsettiğim gibi Muhammed Münir bize Pakistan hukuk sisteminin neden İslami olmadığının kanıtlarını sunarken aslında bizlere Pakistan hukuk sisteminin bu anlamda ne kadar derin olduğunu anlatmıştır. Belki bunu yaparken bir sistemin eleştirilerinin bile ne kadar o sistemin doğruluğuna katkı bulunduğunu, yani Pakistan’daki İslami hukukun İslami anlamda eksik olmadığını göstermek için yapmıştır; yine de tüm artılarıyla ve eksileriyle Pakistan’daki şeriatın yorumunu okuyuculara bırakıyorum.
TÜRKİYE VE PAKİSTAN’IN HANEFİ MEZHEBİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Türkiye kadın ve erkeğe eşit miras tanıyan tek Müslüman ülkedir. Pakistan’da tüm miras meseleleri İslami hukuka göre düzenlenmiştir.
Pakistan’da Deobandiler ve Barelviler diye iki grup vardır. Kısaca Deobandiler klasik Hanefi mezhebine sıkı bağlılardır; Barelviler ise Hanefi mezhebine bağlı olmakla birlikte tasavvufi halk İslamı unsurları kuvvetle benimser. Deobandiler, Barelvileri dine sonradan giren bid’at ve hurafeleri savunmakla itham edip şirk tehlikesine karşı uyarırken; Barelviler Deobandileri aşırı katı ve Vehhabîlik etkisinde olmakla suçlarlar. Pakistan toplumunda bu her iki ekol de camiler, medreseler ve fetva mercileri düzleminde ayrı kurumlaşmalara gitmiştir: Bir caminin Barelvi veya Deobandi cemaate ait olduğu mimari üsluptan hutbe içeriğine dek anlaşılabilir. Ancak buna karşın her ikisi de Hanefi fıkhın temelindeki ibadet konusunda çok farklılaşmaz; asıl ayrışma evliya tasavvuru ve peygamber üzerindedir.
Osmanlı’dan bu yana tasavvufi yorumları da çeşitlenen Türkiye ise genel olarak Osmanlı sonrası yaklaşımda itikatta Maturidi, amelde Hanefi mezhebini sürdürmüştür ve mezhep içi fraksiyonların burada görünmediğini söyleyebiliriz. Bunun yanında ise Pakistan’da bu tarz mezhep içi sert ayrışmalar belirgin bir şekilde ön plana çıkar.
Devlet ve din ilişkisine bakılacak olursa Türkiye laik bir ülke olarak kurulmuştur ve dinle devlet işleri ayrı tutulmuştur. Bunun sonucu olarak Türkiye’de konulacak bir yasa İslami veya herhangi bir dini hükümlere bağlı bir şekilde konulamaz. Bunun yanında ise Pakistan kendini tamamen bir İslam devleti olarak tanımlamıştır; 1973 anayasasının 2. maddesinde devletin dininin İslam olduğunu belirtmiş ve “mevcut veya yeni hiçbir kanun İslam’ın emir ve öğretilerine aykırı olamaz” şeklinde yasalar ortaya koymuştur. Bununla alakalı Türkiye’nin ve Pakistan’ın kanıt olarak birçok örneği gösterilebilir; lakin bunun gerekli olmadan zaten bilinen bir norm olduğu kanaatindeyim. Yani Pakistan’da şeriat tamamen anayasanın merkezinde iken Türkiye’de anayasanın dışında konumlanmıştır.
Din ve devlet kurumlarına bakacak olursak, bizim gayet tabii bir şekilde bildiğimiz üzere Türkiye’de genel ve devlet nezdinde geçerliliğe sahip Diyanet kurumu vardır. Geçerli fetvalar ve dini hükümler bu kurum tarafından çıkartılır. Bunun yanında Pakistan’da ise bu şekilde devlete bağlı ve dini işleri bir merkez ve çatı altında toplayan bir kurum söz konusu değildir. Camilerde namazlar yerel halk veya cemaatler tarafından idame ettirilir; fetvalar çeşitli cemaatlerin din alimleri tarafından ilan edilir; belirli bir baş müftülük söz konusu değildir. Yani kısaca Türkiye’de dini kararlar ve hükümler sabit bir çatı altından devam ederken (bunun yanında özgür şekilde devlet nezdinde geçerliliği olan veya olmayan kurum ve kuruluşlar vardır elbette, genel insanları kapsayan kurum olarak bahsediyorum) Pakistan’da ise bu durum bir birlik içerisinde değildir; tamamen belirli insanların özgür iradesi ile gerçekleşir ve tekillikten bağımsızdır.
İki ülkenin de sekülerleşme yolculuğuna bakacak olursak Türkiye bu konuda ön plandadır. 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimdeki medrese-mektep ikililiğine son vermiş ve tam anlamıyla tek elden bir eğitime başlamıştır ve tüm eğitim kurumlarını devlet eliyle sekülerleştirmiştir. Medreseler kapatılıp yerine imam-hatip liseleri ve üniversitelerde ilahiyat fakülteleri açılmıştır. Pakistan’da ise bu sistem halen ikililiğiyle devam etmektedir. Bir yandan seküler müfredatlı devlet ve özel okullar varken diğer taraftan ise binlerce medrese vardır. Yaklaşık olarak sayısı 30.000 olan bu medreseler halen devlet denetimi altında olmadan faaliyet göstermektedir. Bunun yanında 2019’da Pakistan bu medreselerin devlet denetimi altına alınacağına dair duyuruda bulunmuştur. Türkiye’de verilen tüm eğitim devlet çatısı altında verildiği için yetişkin okur-yazar oranı %97 iken Pakistan’da bu oran %58 civarındadır. Tabii devlet denetimi altında olmayıp okur-yazar olanların sayısı buna dahil edilmediği için gerçekte bu oranın daha fazla olduğu kanaatindeyim.
Kadın hakları konusuna göz atacak olursak Türkiye’de Medeni Kanun ile Türk kadını ile Türk erkeği eşit sayılmış, 1930’da ise seçme ve seçilme hakkı getirilmiştir; yani kısaca bu adımlar cumhuriyetten sonra hızlıca atılıp yürürlüğe konulmuştur. Pakistan’da ise kadınlar 1961’e kadar hukuken kocalarına itaatle yükümlü olmuş; 1961’den sonra bazı haklar elde edilmeye başlanmıştır. Örneğin o yasa ile erkeğin keyfi boşanma hakkı zorlaştırılmış, mehir ve nafaka gibi konular düzenlemeye gidilmiştir; ancak yine de poligami tamamen yasaklanmış değildir (ilk eşin rızası şartına bağlıdır). Miras hukukunda da kadınlar erkeklerin yarısı pay alacak şekilde bir uygulama vardır. Bununla birlikte Pakistan, bir paradoks şeklinde, 1988’de Benazir Butto’yu İslam dünyasının ilk kadın başbakanı seçerek siyasi alanda önemli farklılık göstermiştir; Türkiye’de ise ilk kadın başbakan seçme ve seçilme hakkı verildikten tam 60 yıl sonra 1990’larda göreve getirilmiştir. Pakistan’da genel gelenekler muhafazakar olmakla birlikte kılık kıyafet konusunda devlet bir zorunluluk getirmemiştir; kadınlar arasında peçe/başörtü gibi giyimler yöreden yöreye değişiklik gösterir. Pakistan’ın bazı bölgelerinde (ör. kırsal kuzey) kadınlar için geleneksel purdah (kadının evden çok çıkmaması, örtünmesi) uygulanırken, büyük şehirlerde modern giyimle sosyal hayata katılan kadınlar da bulunmaktadır. Bu konuda Pakistan’ın kadınlara özellikle bir dayatma yapmadığını, aksine bu konuda çalışmalar yapıp İslam’a uygun bir şekilde düzenlemeye gittiğini söylememiz gerekir. Daha önceden bahsettiğim “Council of Islamic Ideology” adlı kurum bu konu hakkında erkeğin kolay boşanmasını engelleyecek, aynı zamanda kadına boşanma hakkı veren bir öneriyi Pakistan anayasal sistemine sunmuştur; yani amaç eşitsizliği arttırmak değil, yönetim sistemini İslam’a uygun hale getirmektir.
Kamusal alanda laiklik konusundan bahsedecek olursak Türkiye bilindiği üzere bu konuda tarihten itibaren gayet seküler bir anlayış benimsemiştir. Uzun yıllar başörtü ve dini sembolize eden şeyler yasaklanmış, okullarda ve kamu binalarında dini törenlere izin verilmemiştir. Pakistan ise milli kimliğini İslam üzerine inşa ettiği için kamusal alanda dini sembol ve pratikler yaygındır. Örneğin devlet dairelerinde mescit bulundurmak, Cuma namazı saatinde kamu çalışanlarının izinli sayılması gibi uygulamalar söz konusudur. 1977-88 Ziya’ul Hak döneminde Cuma günü resmi tatil ilan edilip hafta sonu olarak uygulanmıştır. Pakistan’da milli duygular, toplumsal hayat da dini motiflerle şekillenmiştir. Yapılan uygulamaların, kutlanılan bayramların çoğu da din (yani İslam) altyapısında şekillenmiştir. Bu farklılık, ülke anayasalarındaki yaklaşımdan kaynaklanır: Türkiye’de laiklik “din ve vicdan özgürlüğü” şeklinde bireysel düzeyde tanımlanırken, Pakistan’da İslam “devletin kültürel temeli” olarak görülür.
Kaynaklar
- Munir, Muhammad. “The Role of Shari’a in the Legal System of Pakistan” (January 16, 2022).
- Sheikh, Md Ziaul Haque, and Zahid Shahab Ahmed. “Military, Authoritarianism and Islam: A Comparative Analysis of Bangladesh and Pakistan.” Politics and Religion 13 (2020): 333–60.
- Ahmed, Shabab, Zahid. “Islam and the Politics of Secularism in Pakistan.” Alfred Deakin Institute for Citizenship and Globalisation, Deakin University, Burwood, VIC 3125, Australia (19 March 2023).
- Islamic Provisions of Constitution of 1973
- İslam Ansiklopedisi – Hilal
- Federal Shariat Court of Pakistan
- Pakistan Constitution Part IX: Islamic Provisions
- Hudood Ordinance 1979
- The Protection of Women Act vs. The Hudood Ordinance
- Human Rights Watch: Pakistan Proposed Reforms Hudood Laws
- Evolution of Sharia – Islamic Political Theory
- Punishment in Islamic Law
- Ullah, B., Khattak, A. U., Shah, N., Salis, M., & Bibi, S. “A comparative study between Hudood Ordinance and relevant crimes under Pakistan Penal Code.” Russian Law Journal 11, no. 4 (2023): 831–846.
- Amnesty International Report on Pakistan
- National Commission on Status of Women Pakistan
- Punjab Commission on Status of Women
- Senate of Pakistan Documents
- Droit et Cultures Journal
- The Whipping Act 1909
- OHCHR Report on Corporal Punishment
- Abolition of the Punishment of Whipping Act 1996