Doğru Bir Şekilde Tarih ve Sosyoloji Okumak 1

0 yorumlar

Herkese merhaba, doğru bir şekilde tarih ve sosyoloji okumak adlı serimizin ilk yazısında modern tarih yazımı, sosyoloji ve iktisadın kurucularından olan İbn Haldun’u anlatacağım. Öncelikle neden İbn Haldun’u anlatacağım ve neden İbn Haldun’un saydığım ilimlerin kurucularından biri sayıldığını anlatacağım. İbn Haldun’un hayatını kısaca anlatacak olursam Et-Ta’rif adlı otobiyografisinde Tunus’ta doğduğu yazar. Ailesi Hafsi hanedanının yanında resmi hizmetlerde bulundu. Ailesinin bu durumundan dolayı çok iyi bir eğitim aldı. Aileside kendisi gibi ilimle uğraştı. Kökenini dayandırdığı Vail bin Hacer 70 hadis rivayet etmiş bir sahabedir. Babası ve dedesi gerek Endülüs’te gerekse Yemen’de devlet yönetimlerinde bulunmuş, kardeşi ise yazdığı tarih kitabından dolayı saraydan davet bekleyen bir rakibi tarafından suikasta uğradı. 17 yaşında ailesini vebadan dolayı kaybetti. İbn Haldun çok iyi bir arapça eğitimiyle beraber hadis, fıkıh, Kur’an ve kıraat dersi aldı. 7 kıraatle Kur’an okuyabiliyordu. Dönemin arap edebiyatçılarından edebi eserlerini okudu bazılarını ezberledi. Dönemin büyük arap alimlerinden matematik, mantık ve felsefe dersleri aldı. Timur diyarından Endülüs’e kadar pekçok yerde siyasi görevde bulundu. Bu dönem içerisinde 7 yıl kadar ara verdi ve Kitabu’l-İber ve onun giriş kitabı olan mukaddimeyi yazdı. İşte bizim için asıl önemli olan bu Kitabu’l-İber, siyasetçi ve tarihçi kişiliğidir çünkü sosyoloji ve tarih okuması sadece esere bakılarak yapılamaz. Bu eser hem yazılı yada sözlü bir eser olabilir hem de olgu, toplum veya olay olabilir. Eğer yazılı/sözlü eserleri okuyorsak yazarının hayatına, dönemin olay ve olgularına, yakın tarihine ve tarih özelinde hemen peşinden yaşananlara bakmalıyız. Eğer olgu, olay yada topluma bakıyorsak toplumun o dönem yaşadıklarına, bulundukları bölgenin tarihine ve milli benliklerine bakılmalıdır. İbn Haldun işte bunların nasıl yapılacağını gösterdiği için bu bilim dallarının kurucularından birisi olarak kabul ediliyor. Bunu bir örnek ile anlatacağım, üstelik bunu toplumumuzda çok yaygın bir söylem olan “coğrafya kaderdir”le. İbn Haldun toplumu ikiye ayırıyor. Göçebeler ve yerleşikler. Göçebeler İbn Haldun’a göre yerleşiklikten önce gelir ve daha üstündür çünkü göçebeler coğrafi koşullar ve yaşam biçimlerinden dolayı aralarında sıkı bağlar kurar. Buna “asabiyye” denir. Göçebeler; coğrafi koşullar, ticaret, siyaset ve asabiyye o toplumu zenginleştirir ancak gün gelir ve toplumda üretme ihtiyacı hasıl olur çünkü topluluk zenginlikle beraber çoğalır, çoğalınca bulundukları coğrafyadaki doğal kaynaklar yetmez ve insanlar gelişimlerini sürdürmek için yerleşik hayata geçer. Yerleşik olduktan sonra tarımla beraber hastalık gelir. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşmaya yani bireyselleşmeye başlar. Toplumdaki insan sayısı azalır ve zenginlik o toplum için ekstra olur. Ürettiklerini göçebelere satarlar yada göçebeler yağmalar. Sonra bu yeni göçebe toplum yerleşiklerin yerine geçer. Bu bir döngü halinde ilerler. Bu tarih ve siyasette de böyledir. Asabiyyesi yüksek olan toplumlar yani göçebeler, gitgide asabiyyesi zayıflayıp savaşmaktan uzaklaşan toplumların yerine geçer. Sonra asabiyyesi zayıflar ve yerine yeni bir göçebe toplum gelir. Bu da adım adım olur. Öncelikle asabiyyenin en kuvvetli olduğu yer olan savaşçılığı gelir. Yerleşik toplum göçebeleri asker olarak kullanır. Göçebeler, askeri otokrasi olur. Sonrasında hem yönetime hemde toplumun yerine geçer.

Buna tarihten çok temel örnekler göstereceğim. Roma İmparatorluğu cumhuriyet fikri ile senato ile asabiyyeyi sağladı ve büyüdü ancak toplumun yerleşik hayat sürmesinden dolayı bir süre sonra asabiyyeyi kaybetti. Aynı kendi ilhak ettikleri barbar kabilelerde olduğu gibi asabiyyesi kuvvetli gibi gözüken ancak birbirinden uzak görünen bir toplum oldu. Sonra Hunların etkisi ile asabiyyesi güçlenen barbar (germen) kavimler Roma ordusuna girer. Roma bu sebeple zayıflamaya devam eder ve sonrasında o dönem asabiyyesi en kuvvetli hale gelen hunlarla savaşır. Hunlar Roma’yı yıkar. Germen kabileler Roma’nın yerini alır ve yerleşik hayata geçer ve zayıflar. Başka bir göçebe grup olan Müslümanlar germen kabileleri yener ve Endülüs’e hakim olur. Yerleşik hayata geçer ve yenilir. Moğollar çıkar, güçlü asabiyyeyi nüfus, ekonomi ve teknoloji ile birleştirerek tarihin en hızlı ilerlemesini kaydettiler. Moğolların zayıflamaya başlaması ile beraber Timurlular ve Osmanlılar çıktı.

Buraya kadar çok bariz bir şekilde göçebe toplumların yerleşik toplumları yerinden ederek ilerlemesini anlattım. Şimdi daha derine inip isim, toplum, olguların yerlişimi, coğrafyanın insan üzerine etkisine değinelim. Bu konuda İslam tarihi çok güzel bir örnektir. İslam’ın çıktığı dönem Kureyş kabilesi, sahabeler gibi asabiyyenin tam karşılığı olan iki grubu ele alalım. Kureyş liderleri İslam’ı reddederken atalar dini, toplumsal ilişkiler yada toplumsal statüyü öne sürer. Sahabelerde de benzer bir durum vardır. Ensar-muhacir kardeşliği, insani ilişkiler ve sözün (yeminin) önemi gibi. Sözün önemi asabiyye için çok önemlidir çünkü devlet, anlaşma, hukuk, ticaret, din ve aile kurumu bunun üzerine kuruludur. Bunların birleşimi de toplumu oluşturur. İslam özelinde bakarsak evlilik akdine değinelim. Bu akit bir erkeğin başka bir kadınla ortak hayatını paylaşcağının ve birbirlerine yalan söylemeyeceklerinin sözüdür. Bunu duyurmazlarsa evlenmiş sayılmazlar çünkü aralarında verdikleri sözü yine sözlü olarak duyup bunu kontrol edecek kişiler gerekir. Diğer alanlarda da bu böyledir. Hukukta en az 3 şahit ve sözün güvenilir kabul edilmesi kuralları, yönetici seçiminde sözüne güvenilirliğin çok önemli bir kıstas olması, ticarette faiz yada dolandırıcılığın kınanması gibi. 4 halife döneminde yavaş yavaş asabiyyenin gücü azalır. Hz. Osman döneminde devlet formal yapılanmaya gider. Legalizm artar ve mevkileşme olur. Toplum ve devlet arasında kopukluk başlar ve bu isyanlara sebep olur. Sonucunda Hz. Osman şehit edilir. Bundan sonra Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında olaylar gerçekleşir. Hz. Muaviye buradan halife olarak çıkar. Yerleşik hayata geçiş hızlanarak devam eder. Saltanat, kurumsallaşma ve hiyerarşi oluştu. İslam’ın ilk dönemindeki dikey ve yatay geçişler artık kalmadı. Bununla beraber Emeviler döneminde İslam coğrafyasının her tarafında ilim merkezleri yükselir. Önceden gelen güç sayesinde Endülüs’ü fethediyor. Sonrasında elindeki gücü devam ettiremediği için endülüsü kaybetti. Bununla beraber Emevi hakimiyeti kayboluyor. İslam coğrafyası dağılıyor. İbn Haldun tam bu dönemde yaşıyor. Yaşadığı toplumun dağınıklığı ve siyasetçi olması sebebiyle çözümcü bir tarihçilik yapıyor. İslam coğrafyasının dağınıklılığından asabiyyet tekrar artar. Selahaddin bu asabiyyesi güçlü toplumu birleştirerek tekrar İslam coğrafyasını birleştirdi. Yine asabiyye zayıflayınca yavaş yavaş giren türk asabiyyesi yönetimi ele geçirir. Buradan sonrası siyasi olarak sadece Moğol istilası ve Haçlı seferleri olduğu için entelektüel isimlerden bakacağız. Yine Emevi döneminden beri baktığımızda asabiyye ile zenginlik birleştiği anda çıkan bilim insanları hep arap kaynaklı. Asabiyet yada zenginlikten herhangi biri yada ker ikisi de azalınca bilim insanları çıkmamaya başladı. Ne zaman tekrar ikisi de yükseldi, tekrar bilim insanları çıkmaya başlar. Buna da baktığımızda türkler topluma girince git gide türk bilim ve ilim insanı sayısı arap bilim ve ilim insanlarının sayısını geçti. Osmanlı döneminde ise Kanuni dönemine kadar asabiyye kuvvetlidir. Kanuni döneminde pikine ulaşır ve tersine ivmelenir. Tekrar İslam toplumunda asabiyyenin yükselmemesinin sebebi dağılmadık. Dağıldığımızda ise hem çok şehirleştik hemde İslam değil milliyet üzerine dağıldık.

Gelgelim yazımın bence en önemli konusuna asabiyyenin ne olduğu ve asabiyye üzerinden yaptığım yukarıdaki tarih yorumunu kendimce yorumlayacağım. Asabiyye, devletin oluşmasını sağlayan olgudur. İnsan siyasi bir varlıktır. Yani sosyalleşir. Bu sosyalleşmede üğrettiğini paylaşır. İnsanlar bunun üzerinden birbiri ile etkileşime geçer ve böylelikle toplum oluşur. Toplumun devlete gidişi ise asabiyye sayesinde yani insanlar arasındaki ilişkinin yatay ve dikey bir hiyerarşiye oturmasıyla ortaya çıkar. Bu yatay ve dikey hiyerarşide geçişler ne kadar azalırsa toplumdaki birlik azalır. Toplum medenileşir. Hiyerarşi bir topluluğun devletleşmesi için en temel unsurlardan biridir. Kabile ile devleti ayırır. Hiyerarşideki geçişler azalırsa toplum bölünür. Bu bölünmeden daha ufak devletleşmeler çıkar. Bu ilerleyiş devam eder ve devletin kurulumunu sağlayan erdemlerin kaybolması ile devlet çöker. İbn Haldun basitçe bunu şöyle anlatıyor. Asabiyyesi güçlü olan ilk nesil devleti kurar. 2. nesil yerleşik hayata geçer ama kurucuların asabiyesini bilir ve korur. 3. nesil miras yedidir. Kurucuların erdeminden uzaktır. 4. kuşak yıkıcıdır. Bu erdemlerden tamamen uzaktır. Kısaca asabiyye devleti kuran erdemler bütünüdür. Toplumun birbiri arasındaki bağdır. Finale gelelim. Önceki 2 paragrafta anlattığım tarih döngüsü ve asabiyye açıklaması da olan örnekler bence çok yüzeysel. Metin amaç doğrultusunda sadeleştirilip yazılmış. Yazılanlarda hata olmamasına karşın metnin sadeliğini korumak için detaya inilmemiş. Arkada dönen ekonomik sebepler. Bunların sosyal karşılığı, hastalıklar doğal afetler veya beklenmedik doğum yada ölümler. İslam örneğinde asabiyyesi güçlü olan toplumun din üzerinden birleştirilip hedefe kanalize edilmesi var. Aynı Cengiz’in Moğollarda yaptığı gibi. Avrupa’da göçebe toplumlar dünyanın kalan her tarafına göre çok daha zayıf çünkü çoğrafi şartlar yerleşik hayat üzerinden legal bir toplum oluşturmuş. Bu yüzden kutsal olan kral (king) değil krallık (the king) makamıdır. Böyle olunca da asabiyyesi güçlü olan grup eski yerleşik toplumu yerinden edemiyor. Tarihin akışında şans çok büyük bir etken. 14. yüzyılda İstanbul’da o büyük deprem olmasaydı veyahut Orhan bey Bizans’a yardım etmeseydi Osmanlı, Osmanlı olabilir miydi? İnsan, dünya ve düşünce birbiriyle iç içe olgulardır. Ya şöyle olsaydı diye bir tarih okuması yapmak, doğaüstü olaylara bağdaştırmak veya abartı kullanmak yanlış. Tarih süregelen ve devinim halinde olan bir olgudur. Hiçbir şey birebir aynı kalmazken yaşanan olaylar nasıl birebir aynı olsun. Biz akledebilen varlıklar için aradaki farkları ve benzerlikleri görerek yazılan yada anlatılan olaylardan ders çıkarmalıyız. Muhtemelen biz ne kadar ders çıkarırsak çıkaralım tarih kendi döngüsünü devam ettirir ancak biz bu döngüde silinen taraf olmamak için bunu yapmalıyız.

Yorumlar

Henüz yorum yok. İlk yorumu siz yapın!

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra görünecektir.