Gassal (2024) dizisi beklendi, geniş kitlelerle izlendi. Dizi, bir gassalin ölülerle ve yakınlarıyla mesaisini anlatıyor. Bu dizinin yorumunda klasik edebiyatımızda bildiğiniz çok katmanlılık formulünü denedim. Yani dizi bir boyutlu olarak, bir gassalin başından geçen trajikomik köy maceralarından ötede birbirine bitişik, biri diğerine açılan anlam katmanlarından okunabilir. Gassal dizisinin tabakalı yorumlanmasından yanayım: olay örgüsü, psikolojik, sanatsal boyutlarıyla.
Dizinin olay örgüsü her yapımdaki gibi temel boyutudur. Bu hususta Selçuk Aydemir’in komediyi hedeflediğini, finallerini saymazsak sessiz bir komedi dilini işlediğini biliyoruz. Olay örgüsü kısaca şöyle: Bir gassal evlenmek ister, evlenemez; mesleğini icra ederken kendi şahsiyetini bir köye kabullendirmeye çalışır; aile ve arkadaşlarıyla hissî yönden çatışır. Bu çatışmalar komik surette işlenir: Bilhassa Baki’nin peşinde kanlıları olan Nazım ağabeyine ölü yıkama öğretmesi, Elif arkadaşının hastasının üstünü çıkartmaya yardım ederken “gassal” olduğunu söylediği sahne yapımın komikliğine örnektir. Dizi dili itibariyle göstermeyi anlatma boyutuyla, sessel yönü görsel yönle dengeliyor. Mesela Baki’nin babasıyla sahneleri hem duygusal hem görsel bir hadisedir. Ancak dizi olay örgüsünü kurarken bir yandan Baki’nin tabii hallerine odaklanıyor. Bu da bizi ikinci tabakaya taşıyor: Psikolojik boyut.
İkinci boyut aslında Baki’nin kimliğiyle alakalı. Baki bir köyde gassal bir kahraman olup devamlı arkadaşlarıyla arasındaki ilişkilere, aile bağlarına, gassallik mesleğine ve örtük olarak dine dair dikkatler taşıyan bir kahraman. Bu kahraman mesela ölü yıkamada kendisine yardımcı olan bir karaktere “Besmele çek” diyip ondan lüzumsuz söz söylememesini istiyor. Yine kız arkadaş/evlilik merakı da ilişkilenmelerinin parçası. Babasına dair ümitsiz olduğunu, ölmüş annesini ma’nen aradığını da izliyoruz. Ancak bu bahsettiğim ilişkilenmeler aslında dizinin temel psikolojik dinamizmini hazırlıyor: Ölünce beni kim yıkayacak? Kahraman bu uğurda hem düşünüyor, hem arkadaşlarından yardım istiyor. Aslında dizide bu ana fikir kahramanı ve psikolojisini yansıtmak için bir bahane sayılabilir.
Dizinin temposuzluğu/sessizliği psikolojik tahlile kapı aralıyor dedim ama yapımcıların kafasında yerelliği kuran dinî bir içeriği çekmek düşüncesi bazı arabesk-şâirâne kırılmalar eklemekle (buna geleceğiz) bir taşralılık veriyor. Dizinin realist tarafı da bu gayreti kurutuyor. Dizi bu taşralılığı bir dinamizme ve tartışmaya götürmüyor (Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlunda bu dinamizmi, köy ve kent çatışmasını bazen sesli bazen sessiz biçimde görürüz ki bu görünürlük konunun güncelliğini de ortaya koyuyor). Sadece gassallikle ilişik bir “Hayatta bir şey olamama” esprisi dizide geziniyor. Bu fikir Baki’nin yükselmeleri, dengesizlikleriyle verilmeye çalışılmış, ancak gerekçelendirme yeterince sıkı yapılmadığı için Baki’nin sorunu boşlukta kalıyor ve dizi bize bir tez sunmaya çalışırken arabeskleşiyor.
Üçüncü boyut arabesk, hayal ve Freudçu “sorunların temeli çocukluk” olgusundan hareket ediyor. Dizi, musikiyi az da olsa yer yer kullanarak (biraz acemice ve trajikomikliği yumuşatarak) rüya sekanslarını bölümlerinin sonuna ekliyor ve bazen Baki’nin geçmişinden birtakım hülyalar göstererek rüyalaşıyor. Burada Baki’nin işinin dinî boyutuna atıf yapılmaya çalışıldığı belli. Mesela Baki annesinin mezarında şu anki konumunu temellendirecek bir hüzünle durur. O yine (hülya olarak) bir bölümde ölü bir kuşu yıkar, kefenler ve gömer. Bu hülya-gerçek, geçmiş-gelecek ayrımları filme bir yerli ton bu yüzden katmış: Baki gassal kimliğine zıt bir şehirli/modern kimliğini (diyalektik biçimde) gariplik, varoşluluk atıfları içeren bir melankoli, melalle karşılar ve her bölüm sonunda tevafuken hüzünlü olur.
Dizinin boyutlarını eksikleriyle tartışmaya çalıştım ancak biraz estetik eleştiri yapalım. Baki bir varoluş mücadelesi verir, bazı şeyler alır (arkadaşlık) bazı bedeller öder (melal ve zamanın ilerlemesi). Dizinin mücadeleyi açımlayan müzikleri daha iyi seçilebilirdi (arabesk yerine sanat musikimiz gibi) ve böylece yerellik alt tabakalılığa indirilmemiş olurdu. Dizi aforizmalarla, şiirlerle zenginleştirilebilirdi. Bu yakınmalara rağmen dizinin yerellik iddiasının çoğu Türk dizisinden ileri seviyede olduğunu, bilhassa dünya pazarına açılan villalı, kompleksli romantik Türk dizisi furyasının yüzünü düzelten yönünü göz ardı etmeden, bazı kurgu sorunları da bulunmakla beraber melallenmek isteyen izleyiciye hitap edeceğini düşünüyorum. Dizinin ikinci sezonu çıktı, inceleyeceğim.
