“Yaban Çilekleri”: Ingmar Bergman’ın bir filmi. Filmde bir ihtiyar doktorun çağrıldığı törene yolculuğu ve gördüğü rüyalar konu ediliyor. Hikayede bir yolda İtalya’ya giden üç genç arabaya alınır. Sonra kaza yapan bir çift daha arabaya alınır. Çift, yolda tatsızlık çıkarır. Neticede çiftten, gençlere kötü örnek oldukları için arabadan inmeleri istenir. Çift arabadan indirilir ve tatsızlık çok geçmeden çözülür. Sinemada bu bahsettiğim çift gibi karakterlerin her zaman aradan çıkarıldığına şahitlik etmeyiz.
Ünlü “Dövüş Kulübü” filminde Tyler Durden (Brad Pitt), filmin sonuna kadar ana kahramanı takip eder. Nolan’ın yönettiği “Batman” serisinde bir filmde daima Joker’le uğraşıldığını görürüz. Hatta Joker’in müstakil filmleri de çıktı. “Shawshank Redemption” gibi hümanistik tez işleyen bir filmde hapishane sahnelerinde bu tür huysuz kahramanlar birçok faaliyette bulunur. Aslında filmcilikte “kötücüllük”ün ne kadar merkezde olduğunu sorguluyorum.
“Çin Mahallesi” filminde ana kahramanın tamamen kötücül niyetlerle bir kadını elde etmeye çalıştığını izliyoruz. Film, sonunda da bariz biçimde kötücül bir tavır alıyor. Ünlü, “Baba” filminde de konu mafyadır. Burada bilhassa batı kökenli filmlerin bir tür alımlanma, yorumlanma ölçeğinde kötücül olduklarını da düşünelim. Burada edebiyatta da aynı doğrultunun güdüldüğü açık (bkz. Umberto Eco, Açık Yapıt). Bu kötücül alımlamanın/yorumlamanın kitaptan uyarlama filmlerde de karşımıza sık sık çıktığını görüyorum. Resimde de kötücül dalgalar var. Yani, batı yönelişli sanatta kötücül bir yöneliş mevcut.
Kötücül yorumlamanın müspet istisnalarının bulunduğunu düşünüyorum. Mesela “Trainspotting”te mafyanın hayatta karşımıza çıkabilecek bir olgu, hatta hayata atılım basamağı gibi ele alınması söz konusu. “Cazcı Kardeşler” ve “Rezervuar Köpekleri” bunun başka istisnaları. Hatta yorumlama hususunda kötücül olsa da metaforları bakımından kötücül karşısında sürrealist olan (ve kötücüllükle diyalog kurmaya çalıştığından) David Lynch’i de Lost Highway filmiyle burada analım. David Lynch, kötü rüyanın gündüz devam ettiğini vehmettirir, Bergman ise iyi rüyanın gerçekliğini film dili vasıtasıyla araştırır.
Burada piyasaya bağlı kalmanın ve popüler kültürün bizim film yorumlamamıza, eleştirimize yardım etmediğini savunuyorum. Bizimki de dahil, dünya çapında film izleyicisi kötücül yorumlamaya kendini kaptırmış kötücül yapımı kötücül gözle yorumluyor. Zaten yatay eksenli olsun, ülkemizde film tenkidi bakımından pek bir çalışma yok ki bunda yitirilen bir eleştirel gözün tesiri var. İnsanlar film izleyerek gerçekten bir şey yaptıklarını zannediyorlar ancak gerçekten bir şey yapmış olup olmadıklarını sorgulamıyorlar. Dolayısıyla, film vasıtasıyla hayal edilen çoğunlukla gerçekleşiyor sonucuna varılabilir.
Bu yazıda atıf yapılan filmler: “Dövüş Kulübü” (Nolan’ın yönettiği), “Batman” Serisi, “Shawshank Redemption”, “Trainspotting”, “Reservuar Köpekleri”, “Cazcı Kardeşler”, “Çin Mahallesi”, “Baba”, “Kayıp Otoban”.